5 Aralık 2015 Cumartesi

YUNUS YÜZLÜ BİR GÖNÜL ADAMI - Sıddık DEMİR

         YUNUS YÜZLÜ BİR GÖNÜL ADAMI
                                                                           Sıddık DEMİR
          KARAKOÇ üstadımızın,  BBP’nin kurulduğu ilk günlerde kendisine samimi olarak  “Ben de bu partinin kurucuları arasındayım, siyasi bir oluşum yapmakta maksat önce meclise girmek ve bilahare de iktidar olmaktır. Bunu gerçekleştirme çabanızda biz ne kadar soluklu oluruz, onu bilemem ama bildiğim bir şey var ki, o da senin Genel Başkanlığın da olacak bir iktidardan ümidim yoktur.”  “Niçin bu kanaati taşıyorsun ağabey?” dediğinde Üstat Karakoç:  “Senin iki yüzünde de “Yunus silüeti “görüyorum. Daha çok gönül adamısın. Oysa bizi iktidara taşıyan yolda liderimizin bir yüzü Yunus’sa öbür yüzü Yavuz olmalıdır. Onun için pek ümidim var diyemem”  gibi ifadelerinden gerçek payı olduğunu yakın çevresinde bilmeyen yoktu.
         Evet o bir gönül adamıydı. Yaklaşık yirmi yıldır bütün zorluklara göğüs gererek partisinin geldiği noktayı sayısal anlamda değerlendirirsek Karakoç’un bu kanaati taşımasın da pek de haksız sayılmazdı.
       Şerefli bir şekilde tamamladığı ömründe gönül adamlarına çok değer verirdi. Çünkü “Altının kıymetini en iyi sarraf bilir” benzetmesine benzer, gönül adamlarının kadrini kıymetini de ancak en iyi bir gönül adamı anlardı. Geçmişte ve halde yaşayan veya yaşamış olan ışık insanlara karşı zaaf derecesinde bağlılığı ve saygısına bir çok defa şahit olan, bir çok yakın arkadaşları olmuştur.
        Gölbaşı Hacı Hasan köyü sakinlerinden olan Hasan Burkay adında bir gönül  erinin, ilerlemiş yaşına rağmen tekerlekli bir arabayla bundan iki seçim öncesi, kapalı bir mekanda partililerine seçim konuşması yaparken, konuşması tam bitmeden ayrılmak zorunda olduğunu görünce “Bir dakika arkadaşlar diyerek mikrofonu kürsünün üzerine bırakıp, o zat-ı  muhteremi yakalayarak elini öper, dışarıya  kadar uğurlar ve aynı hızla kürsüye tekrar gelerek kaldığı  yerden konuşmasına devam etmesi gönül adamlığı noktasında çok önemli bir kilometre taşıdır. Bu olaya salondaki bütün Gölbaşı sakinleri şahit olur.
        Belki Karakoç’un söylediği anlamda iyi bir siyasetçi olamamıştır. Ama iyi bir gönül adamı, güzel bir mümin  olduğu  noktasında  uzak-yakın hiç kimsenin şüphesi olmamıştır. O gerçek bir ülkücü ve bu anlamda gerçek bir dava adamı olarak yaşadı. Çok yakın çevresindekiler kadar kendisiyle iyi bir hukukum olmadı. Özelliği olan hatıralardan ziyade genel duruşunu bilmeyen yoktu.  Çünkü  o, net ve tek kişiliği olan bir görüntüyle göründü hep… İhlâslıydı…  İnancını bir aşk mesabesinde icra ederdi. Bir çok yakın arkadaşının çok şahit olduğu örnek davranışlarından birine de  zat-ı alim Akhisar yolculuğunda vakıf olmuşumdur.
    Ahmet Er ağabeyin hastaneye kaldırıldığı haberiyle Manisa-Akhisar da ziyaretine Edip Özbaş, Ökkeş Şendiller, Turan Güven  ve   içinde benimde bulunduğum bir minibüsle yaptığımız yolculukta, vakit namazını  eda etmek için durmadan önce, yine kendisi tarafından “Zamandan tasarruf için seferi olan namazın yalnız farzının kılınması” doğrultusundan telkinine, başta kendisi sünnetleri de kılarak uzatmasına şahit olduğum için, önce den dışarı çıkan arkadaşlarla kendisini çektirdiğimizi anlayınca, elini omzuma atarak “Ne yapayım, kendimi  namazı noksan kılınca suçlu hissediyorum. Her ne kadar sizleri tembih ettiysem de dayanamıyorum arkadaşlar.” Gibi samimi duygularını beyan  etmesi  bu konudaki  derinliğini çok önemli bir işaret olarak algıladık.
    Yine ilk vekil olduğu dönemlerde MHP genel merkezinde toplu halde otururken partili bir vatandaşın sırayla önce rahmetli Türkeş’e, peşinden de ilk toplantısını yapmak üzere bulunan vekillere teker teker  ikram  ettiği  Kımız’ı sıra kendisine gelince eliyle “İçmem, beni  geç” dermişçesine tavrına aldırış edilmeden ikramın ısrar edilmesi durumunda sözlü olarak “İçmiyorum kardeşim” diye ret eder. Israrcı aymazın “Başbuğ bile içti, sen ondan iyi mi biliyorsun, haram olduğunu” gibi konuşması karşısında yine aynı refleksi, aynı mert duruşu, aynı derinliği, aynı mümin endişesiyle ayağa kalkarak “Kim içiyorsa ona ver. Sana soran mı oldu kardeşim. Ben içmiyorum, bu konuda da kimseyi örnek almıyorum.” diye çıkışır.
    Evet son yolculuğuna uğurlanmadan önce kendisi hakkında belki de pek önemli olmayan birtakım şeyler yazmam, ona karşı bir veda mesabesinde nefsimi okşar    bilmiyorum. Ne kadar zorlandığım ise bir gerçektir.
    Yetiştiği iklim gereği tam demokrat mıydı sorusu sosyolojik bir konu olduğu için bunun tahliline girmek en azından bu yazının konusu değildir. Akıllı ve çok zeki oluşu özellikle pratik zekası, şahitliği   istenen  hemşerisi  Rıza Coşkun beyin oğlunun nikahında ‘olmazsa olmaz’ mesabesinde kabul edilen “nikah şekeri” nin unutulmasında  düğün sahibindeki rahatsızlığı görünce müdahale ederek “Ben o işi hallederim.  Sen  nikah  şekerini  alınmış bil” dedikten sonra yüksek sesle “Düğün sahibi nikah şekerini bizim de bilgimiz dahilin de deprem zedelere gönderdi. Onun için böyle  bir  beklenti  içine girmeyin.” diyerek Rıza beyin sıkıntısını ne güzelce atlatır.  Kısa  bir  süre  öncesi  başımıza gelen deprem  felaketi ülkeyi perişan ettiği için bu küçük zekice yapılan atak yerini bulur.
         Muhsin  Başkan ın defnedildiği  mekan onun ruh iklimine uygun en ideal olan mekandır. Merhum Yazıcıoğlu bu durumda davet edilendir. Çünkü o bölgenin adı “Ulucanlar”dır. Türk-İslam tarihinde tarih boyunca “Engürü” içinde “Ulucanlar” olarak bilinen bu yere, yine bu isim gelişi güzel verilmemiştir. Birden çok ‘Ulu’ insanın yaşadığı ve defnedildiği mekandır burası.. Yaşadıkları dönemde kanaat önderleri olarak bilinen hizmet ehli bu insanlar, merhum oldukları dönemden sonra da manevi tasarruflarına inanılan ölümsüz insanlardır.
            Engürü’nün merkezinde olma özellikleriyle de merkez insan olma hususiyetlerini hep muhafaza etmeyi bilmişlerdir. İşte bunlardan biri Taceddin-i  Veli… Taceddin-i  Veli  hazretleri merhum Yazıcıoğlunu  yanına davet etmiştir. Davet eden Taceddin-i  Veli, davete icabet eden merhum  Yazıcıoğlu…  Şimdi  yan yana, koyun koyuna ebedi istirahatlarına mahşere kadar beraber devam edeceğe benzemektedirler.  Tıpkı Abdulhakim Arvasi hazretlerinin Keçiören’de göz hapsinde zorunlu olarak tutulduğu sırada hakka yürümesi durumunda, yakın çevrelerinin nereye defnedileceği belirsizliğinde kapı çalınıp Bağlum’a defnedin denilerek davet edildiği gibi…
         Dr. Emin Acar’ın Abdulhakim Arvasi hazretlerinin başında dua ederken gördüğü, Hasan Çağlayan Bey’e “Yazık, önce davet edene değil de davet edilene ziyaret” diyerek laf attığı… Meğerse   Arvasi  hazretlerini  Bağluma davet eden,  Bağlum da medfun Horasan erenlerinden Sadık ve Yakup adındaki  evliyalar imiş te Hasan Çağlayan bey uyarılana kadar bunu bilmezmiş… Sonraki ziyaretlerinde makam protokolüne uymayı vazife bilmiş…
            Üsküdarlı  Aziz Mahmut Hüdayi  Hazretlerine “Padişahlar ardın sıra yürüsün” diyen Üftade hazretlerinin  okulunda irşad makamına kadar yükselmiş, Aziz Mahmut Hüdai ile iki kişiden biri olan Taceddin-i  Veli,  Engürünün Ulucanlar semtinde  irşada devam vazifesini  yerine getirirken bir an unutulmuşluğunun farkında olarak Muhsin  Başkanı davet etmesi ve dolayısıyla gündeme tekrar oturması onun bir kerametidir. İşte bu tür insanların öldükten sonra ki tasarruflarına örnektir bu olanlar.
Aynı  zat-ı  muhterem kurtuluş savaşında da M. Akif Ersoy’a eşlik ederek kendini asırlara taşımıştır.  O Taceddin dergâhı ki İstiklal Marşı ve benzeri  birden çok ölümsüz şiirlerin yazılmasına vesile olmuştur. Hatta İstanbul’da Karakol Cemiyeti tarafından Ankara’ya Milli mücadeleye  destek olacağı talebiyle gönderilen Hint kökenli Mustafa Sağır adında birinin bu dergâhta ikamet ettirildiği kayıtlarda görülür. Atatürk ile de görüşen Mustafa Sağır’ın esas niyetinin ilerleyen zamanda savaşa katkı değil de Ata’ya suikast için İngilizler tarafında gönderildiği, Mehmet Akif tarafından tespit edilerek idam edildiği bilinir. Böylesi  fitne fücurlüklerin barınamadığı Ulucanların koynuna girmek her kişiye değil  ‘er’  kişiye nasip olur ancak.
    Ülkücü hareketin “İdolü” olmayı hak etmiş gerçek bir Alperen olan merhum Muhsin Başkana, iki cihan saadetinin remzi olan Kocatepe mekânı iki düğün içinde  ne güzel yakıştı. Dünya Saadeti için hayatının en önemli anı olan nikah merasiminin yapıldığı Kocatepe camisi, ikinci bir düğüne ev sahipliği yapmak için sabırsızlanıyordu sanki..  İşte geldi çattı ve geçti… Kendisinin Karaman’da da söylediği gibi, ne bir saniye önce, ne bir saniye sonra … İşte Ulu can, Ulucanlarda…
    Yaklaşık yirmi yıldır, arkadaşlarından önemli bir kısmının yorulmasına rağmen yılmadan, bu Milletin bir büyük davasına yönelik “Büyük Birlik” projesinin rahmet-i  rahmana kavuşmasıyla ancak şimdiden ümit var işaretlerini almamız bizi teselli etmektedir.
    Siyasette çirkinleşmenin zirveye çıktığı anın, bu hazin tabloyla nasıl sakinleştiğini görmemek mümkün mü?.  Güle güle Sivas’ın yiğidosu… Güle güle ülkücü hareketin örnek insanı… Hakkını bizlere helal et.  Ukba da görüşürüz… İnşallah…
  NOT: Osmaniye ilimizin Düziçi ilçesinde ikamet eden  İbrahim ÖZDEMİR  adında bir şair kardeşimiz tarafından  sıcağı sıcağına kaleme alınan   “AĞIT” başlıklı şiirini  göndermiştir.  Bende  Haber AJANDA” okurlarıyla paylaşmak istedim.  Sıddık Demir.

   MUHSİN YAZICIOĞLU’NA
                 “AĞIT”
Şarkışla’da, bir çocuk ağlar,
Hava soğuk, üşümüş elleri,
Yağmış üstüne, taze karlar,
Göksun’da kalmış gonca gülleri

Helikopteri, yarpuzlu derelerde yürür,
Derin uykusunda, kaç gündür uyur,
Meskeni olmuş, şimdi Kanlı çukur
Söylemiyor susmuş, nicedir dilleri.

Donuyorum, üşüyorum, duy beni Türkiye’m
Sesime, bir ses arıyorum, benim diyem,
Canımdan başka, vatanıma yok hediyem,
Keş dağlarında kalmış son sözleri’

Alın yazıma hükmüm geçmiyor,
Bir kuş bile yok, üstümüzden uçmuyor,
Kapandı telefonlar, kimse açmıyor,
Şahidim olsun size, Sisne Belleri.

Geceler karanlık, tepeler yüksek,
Gelme ecel gelme, biraz beklesek,
Çağlayancerit’ten çıktım, Yozgat’a ersek,
Yol gözlemiş, yollarda Alperen’leri.

Sivas değil, bilir beni Türk olan,
Ahde vefa duygusudur, insanı bulan,
Çizdiğim çizgide, kılavuz kalan,
Ufuklara Güneş olur halleri.

Düziçili İbrahim, rahmetin diler,
Yazıcıoğlu ne yapsın, işte böyle kader,
Bu dünyaya gelen, bir gün gider,
Kurumasın dalda, açan gülleri.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder