7 Aralık 2015 Pazartesi

DEMİRCİ HALİL - Sıddık DEMİR

DEMİRCİ HALİL
                                  Sıddık DEMİR
           Erzurum’un merkezine bağlı bir kasabada yaklaşık yüze yakın çeşitli rütbede askerlerden oluşan bir karakol. Şuna askeri bir birlikte diyebiliriz. Karakol komutanı  Kahramanmaraş - Elbistan nüfusuna kayıtlı genç yaşta biri. Birliğine kısa dönem askerlik görevini ifa etmek için  Afşin - Dağlıca’lı inşaat mühendisi Emre Gülbey adında bir asker gelir. Bir aylık olan acemi birliğinde eğitimden geçtikten sonra  geri kalan dört aylık mecburi hizmeti için bu kasabadaki birliğe gelen Gülbey ;
            Hemşericiliğin yanında ılımlı, uyumlu görgülü bir kişilik yansıttığı için komutanının gözüne çoktan girmiştir bile. Resmi görevinin dışında, arkadaştan da öte, aynı toprağın insanları olması, ayrı bir ilişkiler yumağının gelişmesine neden olur. Gülbey burada geçirmesi gereken zamanın en güzel bir şekilde geçtiğini daha sonraki hayatında sıtayişle bahsedecektir hep. Bir gün;
            Komutanının babası oğlunu ziyaret için Erzurum da ki birliğe kadar gelir. Oğlunun makam odasına geldiğinde Gülbey’le tanışır. Adamcağız olgun yaşta,  görmüş geçirmiş biri. Elbistan - Afşin ovasında ki her dağın, her tepenin hatıralarıyla beraber, tarihe mal olmuş kişilerinin, durumlarının farkında olarak yaşamışa benzer görünmektedir.
            Oğlunun dışında aynı toprağın bir neferi ile diyarı gurbette karşılaşması, derinine sohbet etmesine vesile olur. “Evladım hangi köydensin” sorusuna “Maravuz’luyum amca” cevabını alması üzerine adamcağız “Senin yaşın küçük, biz biliriz, o köyde bir Demirci Halil adında yiğit, misafirperver, gölgesine sığınılır, çevresinde ki alimlere oldukça düşkün, geleni gideni, yiyeni içeni hat safhada bir muhterem zat vardı. Ben küçüktüm ama babamla olan birtakım hatıraları nakledilirdi bizim evlerde. Böyle birini hiç duydun mu?” dediği vakit Gülbey; amcacığım bahsettiğin kişiyi fiziki olarak tanımam. Ben doğmadan çok önceleri rahmeti rahmana kavuşmuş. Ancak şunu hemen ifade edeyim; Demirci Halil dediğiniz zat benim dedemdir. Bize köyde Demirciler derler. Benim soyadım da Demir’dir. Şu anda inanılmaz bir duygunun içine ittin beni. Evet, bende babamdan işittiğim kadarıyla bölgemizin kültürüne yabancı değilim. İstersen gerek Dedemle ilgili gerekse diğer güzelliklerimizle ilgili sohbet edebiliriz.
            Adamın gözleri parlar. Yüzünde ki olumlu ifade ile ağzının silüetine yayılması uzun müddet devam eder.
            - Bahtiyar olurum evladım diyerek kendi kendine; “şu Allah’ın işine bak, oğlumu ziyarete geldiğim vakitlerde ayaküstü uğrar hemen dönerdim. Ama şu an itibariyle bende hep hayranlık uyandıran koç gibi bir adamın torunu ile sohbet etmek elzem oldu” diyerek ayaküstü olan bu tanışma faslını bırakarak kendine gösterilen koltuğa yayılır.
            “Gülbey evladım, bir baba olarak komutanının adına inisiyatif kullanmak yapmış olduğum iş değildi. Ancak yarın Elbistan’a döneceğim. Onun için sen şu işlerini bir kenara bırak da şöyle karşıma otur lütfen,  sohbet etmek isterim. Eğer bir mahsuru yoksa evladım” diyerek Gülbey’in de karşısına oturmasını sağlar. Bu konuşmalara şahit olan Komutan oğul; “Ne demek babacığım, siz sohbetinize devam edin. Kimse sizi rahatsız etmez. Güya beni görmeye geldin ama iki laf edemedik. Anlaşılan toprağın hatıraları seni aldı götürdü. Ben geç geleceğini evdekilere bildiririm. Sen müsterih ol babacığım”. diyerek makamının dışına çıkarken, “her on dakikada bir çaylarını ihmal etmeyesin” diye nöbetçi askeri uyararak başka işlerine döner. Baş başa kalırlar.
            Gülbey; sohbete bir yerden başlanması gerektiğinin farkında olarak, sükûtunu bozmadan Adam; “seni dinliyorum evladım. İşe ailenizden başlayabilirsin” uyarısıyla Gülbey bildiği kadarıyla anlatmaya başlar.
            -  Bizim sülalemizin nihai dayandığı yer İran Horosan’ı imiş. Öyle söyler babam. Söyleyeceklerimi babamdan duyduğum kadarıyla nakledeceğim. Bu anlamda benim özel bir araştırmam yok. Büyük büyük dedemiz Kara Memet, Kayseri-Pınarbaşı’nda kısa bir süre ikametten sonra  bugün bildiğiniz Afşin’in Maravuz köyüne yerleşir. Malumunuz sonradan köyümüzün adı ‘Daglıca’ olarak değiştirilmiştir. Kara Memet Dede elinden ve dilinden maharetli olduğu için kısa sürede köyün Demircisi olur. Kendinden sonra bu mesleği oğlu Mustafa devam ettirir. Böylece sülalenin adı ‘Demirciler’ olarak bilinir. İşte sizin adını duyduğunuz Demirci Halil, Mustafa Dedenin dört oğlundan ikincisidir. Ağabeyi Memet Yemen’de askerlik yaparken şehit düşer. Adı küçük kardeşe verilir ki ismi yaşasın diye. Halil Dedemizin iki tane de kız kardeşi vardır. Sarızın Büyük Söbeçimen köyünde dayıları vardır. Baba ve ana tarafları Avşar Türkmenlerindendir.
            Halil Dede ile ilgili birbiriyle bağlı olmayan bazı anekdotlar aktarmak isterim. Kendisi uzun dönem muhtarlıkta yapmıştır. Döneminde köyün Aksaçlıları diyebileceğimiz Kalenderler kabilesinden Haşim Ağa, Kasımlardan Mustafa, Keşirlik denilen bölgede Karapalta, Öksüzlerden Kel Bayram, Yakuplardan Kör Omarın Memet, Hoca Derviş, Velikalerde Ali Çavuş, Köselerde Ali Kağ, Topaktaş mezrasında Abidin, Dervişler kabilesinde Bekir, Kırlarda Feramiz başta olmak üzere, ileri gelenler nezdinde Demirci Halil’in ve Haşim Ağan’ın yerleri bir başkaymış.
            Demirci’nin meclisinde, zaman zaman köy dışında, yani Elbistan- Afşin - Sarız yöresinden seçkin insanlarda bulunurmuş. Bunlardan Afşin’de Menzoğlu Ahmet adında yörenin en büyün alimlerinden biriyle, Sarızlı Bakı Hoca namıyla tanınan büyük bir zat, sık sık uğrayarak uzun süre sohbet ederlermiş. O dönem için iki türlü geçim şekli varmış. Biri tarım yani çiftçilik, diğeri ise zenaatmış. Dedemin babası Mustafa, Demirci olduğu için ölünce tezgâhın başına Halil Dede, büyük oğul statüsüyle geçmiş. Zenaat sahibi olmak önemli bir maharet olduğu için, zenaatı olanlar, icra etikleri müddetçe o günün şartlarında geçimi en iyi olanlardanmış. Sürekli ihtiyaç duyulan bir meslek mensubu oldukları için köyün hali vakti yerinde olanların ilk sırasına giriyorlarmış. Halil Deden’inde bunca masrafları ancak öyle karşılanırdı herhalde. Hani derler ya “sefaletten asalet olmaz” bu laf çok doğrudur. Geleni gideni, yiyeni içeni ağırlayıp memnun edemezsen, kuru gürültüyle işler yürür mü?. Bu kadar sevilip sayılabilir ve sözün kanun gibi geçerli olur mu?.
            Mesela; köylüsünde biri, sizin Elbistan’da bir esnafı dolandırır. Esnaf bir türlü bu zata ulaşamaz. Sonunda dükkânını kapatarak bu adamın köyü olan Dedemin köyüne gelir. Mağduriyetini, gördüğü, karşılaştığı her köylüye anlatarak borcu olan kişiye ulaşmak ister. Adamı bulamaz, çünkü adam haberdar edildiği için sürekli yer değiştirir. Derler ki; “bu böyle olmaz Demirci Halile git derdini ona anlat”.
            üyük bir çaresizlikle Demirci’nin huzuruna çıkar ve derdini anlatır. Kaç lira borcunun olduğunu öğrenen Demirci, elini cebine atarak adamın alacağı olan parayı öder ve der ki; “Sen benim misafirimsin. Bir densiz sana yanlış yapmış. Bu köylüm adına senden özür diliyorum ve borcu olan alacağını ödedim. Var git kardeşim. Birazdan bu sahtekâr köylüme haber salacağım. Görelim bakalım borcunu nasıl ödemez” diyerek adamı yolcu eder.
            -Sonra parayı alabilmiş mi sorusuna Gülbey; Ne demek amca, bir gün sonra o adamın kendisinin içinde olmadığı aile efratlarından bir grup, özür yazırla huzura gelerek ödemeyi yaparlar. Esas borç sahibi malum kişi ise Demirci’nin meclisine bir daha uğrayamaz.
            Halil Dedemin üç hanımı varmış. İlk hanımı Kalenderlerden Sivri Bekir’in kızıymış. Demirci Dede bu kızı kaçırarak evlenmiş. Büyük çocukları bu hanımdan olup Kalenderlerin yeğenleri oluyorlar. O zaman babası Mustafa Dede hayatta olup bayağı zenginmiş. Kalenderler sayısal anlamda büyük bir kabile olduğundan Dedemin birkaç sürüsünü kendi kapılarına çekerler. O zaman itibariyle bir sürü en az 150-200 arası koyun- keçiden oluşurmuş. Başlık parası olarak buna göz yumulmuş ve sulh olunmuş. Bu evlilikle Halil Dede kendisini daha güçlü hissedermiş.
            Akabinde Kırmızı Hüsne adıyla bilinen köyün en güzel hanımı ikinci karısı olmuş.
            Kırmızı Hüsne’nin hikâyesi çok daha vahimdir. Kendisi Öksüzler denen kabilede gelindir. Kel Bayram adıyla maruf ileri gelenlerden bir zatın ağabeyi ile evlidir. Kırmızı Hüsne yaşı on sekiz olmadan üç kız çocuk anası olur. Beyi de askerlik çağında genç bir delikanlı. O dönem evlilik yaşı çok küçük olduğu için bu durum günümüzde yadırganabilir. Kırmızı Hüsne Ebemizin kocası üç çocuğunu geride bırakarak askere gider. Mecburi hizmet, vatani görev, şu an bizim yaptığımız gibi. Dönem imparatorluğun sonlarıdır. O zaman Devletimiz yedi düvele karşı en az yedi yerde savaşmaktadır. Bizim askerinde nereye gittiği belirsiz. Aradan tam beş yıl geçer.    Kırmızı Hüsne, kapısına dayanan postacı askerin verdiği haberle kocasının Yemen’de şehit olduğunu öğrenir. Kısa bir süre sonra Kırmızı Hüsne Ebemiz töre gereği dışa çıkmadan Şehidin küçük kardeşi Ahmet’le nikahı kıyılır. Dönem çok çalkantılı dönemdir. Gençleri bir milletin kaderini değiştirmek için tapır tapır düşerken, zevki sefa içinde sıcak yataklarında uyanmak zül gelir ya insana,  işte böyle bir haleti ruhiye içinde Ahmet’de askere alınır. Maravuz dağlık bir köy olduğu için isteseler gitmeyebilirlermiş. Asker kaçağı olarak savaş sonrasına kadar beyhude yaşama imkanları varmış. Ama gönüllülük, topraklarına ‘Yad’ ayağı bastırmamak bugünde dünde bir kültür, bir inançtır be amca. Bir sene sonra yine Kırmızı Hüsne Ebenin kapısı askerlerce çalınır. “Kocanız Ahmet Dersim’de şehit düştü” haberi verilir. 
            Oğlan mı kız mı? Hakkında bir bilgisi olmadan hamile karısını bırakıp askere giden Ahmet’den de bir kız çocuğu olmuştur Kırmızı Hüsne’nin. Böylece yaşı yirmi olmadan dört kız çocukla yine dul kalan Hüsne Ebemiz tam oniki yıl çocuklarını büyütmekle meşgul olur. Ardı ardına iki kocayı da şehit veren bir kadını, bir anneyi, babasız kaderi kucaklamaya hazırlanan dört kız çocuğunu ve aynı ocaktan yani iki kardeşin ayni gayeyle şahadetini bir düşünün. Bir eşin, bir ailenin, bilumum yokluklar içinde hayat mücadelesine hazırlanan çocukların, sevgisiz, şefkatsiz büyüyeceği bir aile ortamı… Allah Hüsne ebeye yardım etsin.   Çok çocuklu olmasına rağmen isteyenide çok olur. Hani derler ya ‘yıllanmış şarap gibi’ kendi güzelliğinin farkında ve yaşı otuz beş bile olmamış.
            Onun gönlü “olursa Demirci Halil yoksa hiç kimseyle mümkün atı yok” dermiş. Ve nitekim Demirci Halil’in ikinci hanımı oluvermiş. Bahtsız Güzelana, kadersiz Güzelana… Ölünceye kadar bu evlilikle biraz güngörmüş. Kendisinin çok güzel olması dolayısıyla çocukları ve torunları hep Güzelana dermiş. Kızlarını Demirci’nin yanında iken gelin etmiş. Hatta büyük kızı Şerife’yi Demircinin en küçük kardeşi Kürdo lakaplı Memet ile evlendirmiş. Yemen’de şehit olan Memed’in adını olan Memet.
            Üçüncü hanımı da son dönemlerinde hizmetinde bulunmak kaydıyla alelade birisiyle olur. Geri kalan ömrünü bu hanımla geçirir. Mezarı Osmaniye’dedir.
             “ Gülbey evladım hele şu çaylarımızı soğutmadan bir içelim” uyarısıyla Gülbey’de ardına yaslanarak sohbetine ara verir. Bir müddet sonra;
            “Evet evladım çaylarımızıda içtik. Derler ya; zaman kısa, ben yorgunum, yol uzun. Keşke biletimi almamış olsaydım. Çünkü seni mütemadiyen konuşturduğumun farkındayım. Ne olur kusura bakma. Şunu da merak ediyorum, Demirci Halil’in ailesi ile ilişkileri nasıldı? Kendinden sonra yerini tutabilecek evladı veya torunu var mı, veya olacak mı”?
            Amca benim söylediklerim sizde bir kanaat oluşturmuşa benziyor. Şu anlatacaklarım belki rahatsızlık yaratabilir bizim aile meclisinde konuşsam. Sizin karşınızda ise ıkınmama veya sıkılmama gerek yok. Şunu ifade etmek isterim. Ne yazık ki Demirci dedemin yerini doldurabilecek bir evladı veya kardeş çocukları olmamıştır. Evlatlarının bugünkü halini imkân olsa da kendine gösterme fırsatımız olsa pek memnun kalmazdı herhalde. Demek ki olmazsa olmuyor. İlla ki âlim babadan âlim evlat olacak değilmiş.  İnsanın kemiklerini sızlatan evlat da oluyormuş çoğu vakit. Hani günümüzde çiftçilerimizi ilgilendiren bir durum var. İthal domates tohumunu ilk ekmede çok mahsul alırsın. Bu mahsulun ürününde elde ettiğin tohumdan da çıkla zarar edersin.  Genetiğiyle oynanmış olduğu için  ikinci dönem mahsulde hep dışa bağımlısın. Bu tohumlar genelde israil’de ithal edilen tohumlardır ve ikinci ürün olmaz. Yani ikinci kuşak melezleşmiş de ondandır. Ama yes’e düşmek haramdır dinimizde. Zalim olandan da alim zatlar beklemek mümkün. Göl dibinde su eksik olmaz derler ya, Halil Dedenin sülmünden, torunlarından böyle büyük adam çıkar mı, zamanla göreceğiz.
            Kardeşi Kürdo Memet’in damarından bu boşluğun doldurulduğu söyleniyor. Bu anlamda adam gibi adam olanda var elhamdülillah.
            Halil Dedenin küçük kardeşi Kürdo Memet yemende şehit düşen kardeşinin adını taşır. O da demircidir. Babası rahmetli olduğu zaman köyün ikinci bir demirciye ihtiyacı olmadığından kardeşi Memet, Gürünün Camılıyurt köyünde mesleğini icra etmek için o köye yerleşir. Bu köy Kürt köyüdür. Kürtler Demirci Memet’i çok sevdiği için ‘Kürdo’ lakabını verirler. Böylece Kürdo Memet ölünceye kadar, öldükten sonra da lakabıyla anılır. Mezarı Tanır köyündedir. Kendisi Halil ağabeyine göre daha zayıf bir pozisyonda olup çocukları da onu aşamamışlardır.
             “Evet yine çay molası evladım” uyarısıyla çaylar içildikten sonra Gülbey devam eder;
            - Yurt dışına işçi göndermek için ilçe Kaymakamının köyler arasında taraf tutması üzerine itirazını yüksek perdede ilgililere duyuran Demirci dede tesadüf olacak ya Kaymakamın tayininin çıkmasına sebep olur. O dönemde Devletlünün kılıcının sağı da solu da keskin olduğu, insanların onların her dediklerini emir kabul ederek yerine getirdiği, yani itaat kültürünün zirvede olduğunu düşünecek olursak, Halil Dedenin böyle bir şeye vesile olması inanılır gibi değil. Nice sonraları Maraş’a Vali olarak atanan bu Kaymakam, ilçeleri teftişi sırasında Afşin Maravuz köyü arasında, Kuruhan denilen yerde Dedemle karşılaşırlar. Resmi arabanın çıkardığı ses ve toz duman, atıyla Afşin’e giderken, Demirci dedenin atının ürkerek yan tarafta ki tarlaya düşmesine sebep olur. Vali bey Demirci’yi tanır. Makam arabasından inerek yanına, “beni tanıdın mı Demirci, ben Kaymakam iken sürdürdüğün adamım. Şimdi ise Vali olarak Maraş’a geldim” diye öfkeli bir eda ile çıkıştığı söylenir.
            Yine bir defasında İslam âlimi Menzoğlu Ahmet Efendi ve Sarızlı Bakı Hoca’nın da içinde bulunduğu bir kafile ile Afşin’in Örtülü köyünde Kabusoğlu Mustafa isimli bir aşiret reisinin evine misafir olurlar. Ev sahibi hemen ikram için bir koyun kestirir. Örtülü köyü alevi olarak bilinen bir köydür. Bundan dolayıdır ki Kabusoğlu, ıkına sıkına misafirlerine bir soru sormadan edemez. “Alevi birinin kestiği yenmez diye sizde bir kanat var. Eğer  şüphe edenleriniz varsa, bizim kestiğimize önem vermeden sizden biri bir başka koyun keserseniz yemekleri o koyunun etiyle yapalım” deyince Demirci Halil dede;
            “Mustafa ağa önemli bir konuya parmak bastı.  Söylediği gibi düşünen az değil. Bunun doğru olup olmadığını şu an aramızda bulunan Afşin Elbistan ovasının en büyük âlimi olan Menzoğlu’na bu soruyu yönelterek cevabını alalım da işin doğrusu ne imiş öğrenelim” der. Çünkü Demirci Halil, Kabusoğlu’na sık sık uğrayarak nimetinden istifade ettiği, aralarında geçen bu konularla ilgili bozuk, bilinçsiz ve bilgisiz yanlış yapılanmaların marazi olduğunu,  çoğu kez üzülerek gündeme getirdikleri için, birde bu konu hakkında alanında tahsil görmüş bir âlim’den cevabını almak ister.
            Menzoğlu Ahmet;
            “Dinimize bir takım şeyler sonradan uydurularak sokulmuştur. Bu anlayış farkından dolayı karşı taraf için söylenebilenler doğru kabul edilmiştir. Derken dinden olmayan veya dini hiçbir hüküm bulunmayan birtakım bidatlar hayat bulmuştur. Şu anda örneğini burada görmekteyiz. İnsan hadiselerin içinde sürüp giden bir hayatı anlamak ister. Oysa zamanın geçmesi ile müminin kalbinde buna benzer yanlış algılamalarla derin yaralar açılır. Misafiri bulunduğumuz ev sahibi, kestiği bir koyundan yapacağı yemekler hususunda bu hissiyatı şu an için yaşamaktadır. İkram etmek için çırpınıyor ve kendi emeğinin işe yaraması konusunda da tereddütleri var. Zulüm görüyor bir nevi adamcağız. Bunun sebebi de din algısından yenilenmenin yokluğudur. Eğer bir dini hayat kendini yenileyemez, bidatlardan uzaklaşmaz, içine yeni tecrübeler katarak zenginleşemez ve yeni ifade yolları bulamaz ise, insanlar ona olan ilgilerini yavaşça kaybedebilir. Hatta bütünü ile yabancılaşabilir. İçinde tek Allah inancı olanların arasındaki bu ve buna benzer yapılanmalar, algılar ve adetlerden bir an önce kurtularak bizi ağırlamak için cansiperane gayret eden şu insan kardeşimize zulüm etmek İslam da yoktur. Vesselam.” diyerek sözünü tamamlar.
            Gülbey kendisini pür dikkat dinleyen muhatabına; “İşte böyle amca, çok konuştum, sıkılmadın inşallah” diyerek devam eder; “Ne iyi etdinde geldin buralara kadar. Böyle bir yerde sizin gibi biriyle, yani bir başkasıyla kendi ailem hakkında sohbet etmek benim için çok büyük bir onurdur. Buna siz vesile oldunuz. Anlıyorum ki altının kıymetini sarrafı bilirmiş. Sizin kumaşınızda sarraf olmalıdır. Aynı kanı taşıyanlardan, aynı dili konuşanlardan ziyade, aynı duyguları, aynı asaletli duruşu sergileyenler, daha çok anlaşır ve birbirlerinin kıymetini daha çok bilirmiş” sözü üzerine;
            “-Evladım Gülbey; şimdi anlıyorum ve bu sohbet sonunda görüyorum ki dedeniz Demirci Halil’in ocağı şahsınızda sönmemiştir. Öyle zannediyorum ki onu da geçeceksin. Bu potansiyel sende var evladım. Seni Allah’a emanet ediyorum. Hakkını helal et yavrum” diyerek toparlanır.    

3 yorum:

  1. Cocukluk yillarimda rahmetli demirci halil amcayi bilirim mekani cennet olsun

    YanıtlaSil
  2. Sayın Sıddık Demir, babanızın adı Ali, dedenizin adı kürdo Mehmet, benimse babamın adi İsmail dedemin adı demirci Halil ve ben demirci Halil'in öz ve öz torunuyum. Demirci Halil senin deden değil, senin deden kürdo Mehmettir. Ayrıca demirci Halil'in de çocukları ve torunları bulunmaktadır. Demirci Halil'in adını ve namını sürdürüyor elhamdülillah. Lütfen siz kendi dedenize sahip çıkın ve burada yazılan yanlış bilgileri düzeltirseniz seviniriz.

    YanıtlaSil
  3. Bende kel bayramın torununun torunuyum iki taraftanda tarihimizi anlatıgınız için teşekkürler

    YanıtlaSil