3 Aralık 2015 Perşembe

DEVELERİ OYNATMAK - (Eğitimci, Araştımacı -Yazar) Sıddık DEMİR

DEVELERİ OYNATMAK
                                                                                                         Sıddık DEMİR
         Yıl 1914. Doğu vilayetlerimize Rusların girmesi üzerine ayrılıkçı Ermeni kökenli Osmanlı vatandaşları, bu fırsattan faydalanmak için örgütlenerek önce otonom bilahare de devlet kurmayı hedeflerler.
        Tıpkı günümüzdeki ayrılıkçı hareket gibi metot takip ederek,  bir yığın masum insanın çoluk çocuk demeden katline kadar varan eylemlere girişirler. İşin vahametini anlayan merkezi hükümet,  Talat Paşa’nın bizzat emri üzerine bölgeye üç müfettiş gönderilir. Umulur ki; İleri gelenlerle görüşülerek bu işin yanlış olduğu, dolayısıyla ferasetli davranılırsa asırlardır beraber yaşamış iki milletin arasına Rusların oyunlarına gelerek kan davası girmemesi ve olabilecek bir kanlı olayın  daha da büyümemesi için  ikna edilsinler.
         Müfettişler aldıkları emir üzerine bölgeye intikal ederek her gün heyetler halinde kanaat önderleriyle sabahlara kadar işin vahametini tartışırlar.
        Yine bir akşam geç vakitlere kadar çok sert tartışmanın olduğu ortamda ayrılıkçıların radikal milliyetçi söylemleri müfettişleri bunaltır. Olayları yatıştırmak ve varsa masum isteklerine çözüm bulmayı merkezi hükümete iletmeyi amaçlayan heyette birinin dikkatini uzun zamandır konuşmalara şahit olan ama tek bir söz dahi alarak fikir beyan etmeyen olgun yaşta bir adam gözüne çarpar.
         Merakla;
       “Amca sen hiç konuşmadın, oysa  burada bulunduğuna göre mutlaka  kanaat önderi, sevilen ,sayılan ve itibar gören birisin. Lütfen kendini tanıt ve tartışmaya katıl” uyarısı üzerine;
       “Müfettiş Bey oğlum; evet dediğin gibi uzun zamandır sizleri dinliyorum. Benim adım İbrahim. Türk oğlu Türküm. Şu mecliste sizi bilmiyorum ama Türk olan yalnız ben varım herhalde. Şahsen bu konuşulanlar benim kanıma dokundu. Ama yıllar var ki beraber yaşadığımız bu insanlara ne oldu da birdenbire değiştiler anlamıyorum. Bana biraz müsaade ederseniz bir fıkra anlatmak istiyorum” deyince herkes arkasına yaslanarak İbrahim Efendiye dinlemeye başlar.
        İbrahim Efendi;
      “Burası Erzurum’dur. Yakın döneme kadar Erzurum esnafı ticaretini Trabzon’la yapardı. Bunun için en iyi vasıta Deve ve Eşek ten oluşan yük hayvanlarıydı. Erzurum-Trabzon arası çok uzak olduğu için esnaf ürettikleri malı sonbaharda hayvanlara yükleyerek dağa taşa kar düşmeden  Trabzon’a intikal ederdi. Ellerindeki ürünleri paraya çevirmek için bir kış dönemine ihtiyaç duyulur, tekrar Erzurum’a ilkbaharda dönerlerdi. Bu arada yolda kendileri veya hayvanları kaza veya bir şekilde hizmet dışı kalırsa, yol üzerinde ki hanlarda ilkbahara kadar mecburi dinlenir veya yol yakınsa geri dönerler. Hayvanlarını ise seyiplerler, yani bulundukları yere gelişi güzel bırakırlardı.
         Böyle bir ticari yolculukta yüklerini değil kendilerini bile zor taşıyabilecek durumda takati olmayan bir Deve ve bir Eşeği azat ederler. Kendilerine gelirse gelir yoksa büyük ihtimalle kurda kuşa  yem olsun niyetiyle gözden çıkarırlar.
        Kervanın Trabzon’a hareketi ile dönüşü arasında aylar geçtiği için bizim azat edilen Deve ile Eşek bu zaman zarfında iyice semirir ve eskisinden çok daha güçlenir.  İlkbaharda  kervan aynı yol üzeri Erzurum’a dönüş yaparken bir koyakta otlayan Deve ile Eşek tarafından görülür. Hemcinslerinin bu sefer başka yük altında zorlanarak yol aldıklarını hesaba katmayan Eşek;
       “Deve kardeş anırasım geldi” der. Devenin “Yapma eşek kardeş, bak ne güzel özgürce günümüzü gün ediyoruz. Bu hayat bizim için bir nimet. Şimdi sen anırırsan bizi azat eden sahibimiz görür ve iyileştiğimiz için tekrar yük altına alır, yapma etme yalvarıyorum sana gibi bin bir dil dökerek Eşeğin anırmamasını ister. Ama Eşek bu; illa eşeklik yapacak ya ‘anıracağımda anıracağım’ der ve anırır.
        Deve ve Eşek fark edildiği için kervan durur tekrar yük altına alınırlar. Bir müddet böyle yol alınır, derken eşeğin ayağı taş arasına sıkıştığı için kırılır. Bırakın yükü, kendini taşıyacak mecali dahi olmadığı halde sahibinin gözüne güzel göründüğü için azat edilmeye kıyılmaz. Yükünü devenin yüküne kendisi de yüklerin üstüne konur.
       Deve kendi yükü yetmiyormuş gibi birde Eşeği yükleriyle beraber taşımak durumunda kalır. Ta ki alt tarafı uçurum olan Zigana dağlarında bir bölgeye gelene kadar. Deve çok büyük sıkıntı yaşar. İşte tam oraya gelince Deve;
      “Eşek kardeş oynayasım geldi” der.  Eşek bir bakar ki alt taraf uçurum; Bu seferde bin bir dil dökme sırası Eşekte... Deveyi bu eyleminden vazgeçirmek istese de Deve; “oynayacağım da oynayacağım” der. Ve başlar oynamaya… Deve olayı ucuz atlatır ama Eşek uçurumun dibine çok parçalı halde düşer”.
        Müfettiş heyeti ve Ermeni liderleri İbrahim Efendinin son sözünü söylemeden meramını iyice anlamış olurlar. Onun müfettişlere dönerek; “Bu arkadaşlara tavsiyem, Develeri oynatmasınlar” der.
      İbrahim Efendinin anlattığı bu olaydan ders çıkarılmadığı için Ermeniler, Devenin oynaması için mütemadiyen ellerinde ne geliyorsa yaparak  sürekli tahrik unsuru olurlar.
      Nitekim; Merkezi hükümetten o günün Erzurum’undaki askeri birlik üst kumandanına Talat Paşa imzalı gelen bir emirname ile; “Yetti artık, Develer oynasın” talimatı verilir.
        Bu hikayeyi 1994 yılında K.Maraş  mebusu olarak mecliste bulunan  Saffet Topaktaş,  kendiside vekil olan Şeyh Sait in torunu  Abdülmelik Fırat’a anlatır.
      Söze; “İki tarafın aydınları olarak bin yıl beraber olduğumuz bu topraklarda aydın sorumluluğu taşımalıyız ve Deveyi oynatmamalıyız” diye başlayınca   Abdulmelik Fırat kısa bir süre sükut kaldıktan sonra “Bizi eşek ettin” sözü usulce dilinden dökülür. Ve yine usulce oradan uzaklaşır.
       Bir partinin Diyarbakır il başkanının tüyler ürperten, meydan okuma gibi ağır ithamları karşısında “İbrahim Efendi’nin Ermeni ayrılıkçılarına söylediği hikayesini biz Kürt ayrılıkçılarına hatırlatmayı insanlık adına vazife bildik,  o kadar. Gerisi kendilerinin bileceği iştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder