25 Kasım 2015 Çarşamba

SAĞCI KOMÜNİSTLER, Araştırmacı – Yazar, SIDDIK DEMİR (Eğitimci, Araştırmacı - Yazar)

SAĞCI KOMÜNİSTLER
Araştırmacı – Yazar, SIDDIK DEMİR
Edebiyatlarına bakarsanız hayran olmamanız mümkün değil. Hele biraz da uzakta ise tamam, onun bir numaralı hayranı oluverirsiniz. Sizi celbeden, belki de cesaretleridir. Dilleri yüzünden çok çilede çekmişlerdir. Hayret...
Başkalarının mükemmeliyetleri için çalışır çabalarlar. Gerçekten de çok güzel bir meziyet. Cemiyetin problemlerine kayıtsız kalmamaları onların şiarıdır. Bu mücadele içinde ne hikmettir bir kısmı kendilerini unutur.Bu kadar zor mu, edebiyatlarına yaşantılarını da uydurmak? Türlerinin ilk örneği olmadıkları kesin. Koca koca makamları işgal eden, tek otorite kabul edilenleri dahi Halifelik sıfatlarına yakışmayan bir hayatı yaşamamışlar mı? Elinde Kur’an, dilinde hadis veya ulemanın içtihatları, midesinde alkol ikilemi içinde kompozisyon çizen hünkârlarımız yok mu?Yazısını okursun mükemmel, politikacı ise nutuklarına bakarsın, ayetle söze başlar, hadisle bitirir, çok daha mükemmel. Veya bir bakarsın vatan millet, din iman dediği için kodeslerde çileler çekmiş. Dersin ki, büyük bir dava adamı, ihlâslı, imanlı, tefekkür eden, kendi nefsinde doğru yolu yakalamış ilkeli bir adam.
Uzaktan hayranlığını beyanla, yaşantısını ve hizmetini abartarak kitlelere ifade edersin. İçinde bir aşk, bir muhabbet başlar bu türden aydınlara. Bizim için avamın dava anlayışı ve mücadelesi pek örnek teşkil etmediğinden, hep şöhretli kişilerin yaşantısını hayalimizdeki gibi düşündüğümüzden dolayı hayran olmuşuzdur. Dergilerinde, kitaplarında, röportajlarında ifadeleri aynen; "Türk milliyetçileri artık dindardır, dindar olmalılardır" gibi nice ifadeleri de okudukça ayaklarımız yerden kesilir. İslam’ı yaşayan ve yaşatacak gerçek milliyetçilerden oldukları hayal edildiği için huzur duyarsın.
Dışarıdan yapılan tenkitlere karşı kapalı olup, sert cevaplarla adamların laflarını ağzında koyduğumuz çok olmuştur.
Onlar bizi affetsin...
Kader bu, bir gün, bir bakarsın kendini onların bulunduğu mekânlarda bulursun. Ceketi düğmeli, eli pençeli olarak onların başköşeleri işgal ettiği salonlarda, sen bir dinleyici olarak ayakta veya kapı aralığında yerini alırsın.Çünkü haddini bilmek meselesidir bu... Terbiye meselesidir, kültür meselesidir bu... Saygısızlık yapamazsın. Hasbelkader aynı hizada olduğunu anladığın an, padişahların huzurunda iki büklüm edeple gerisin geri yerini alan vezirler gibi arka sıralara geçersin. Haddine mi düşmüş, senden fersah fersah her konuda ileri olan hayranınla aynı konumda bulunmak. Allah korusun, ya edepsizliği fark eder de şöyle bir rahatsızlığını belirtiverirse hiç tanımadığı sen, o zaman ölmeden önce defalarca ölürsün.Derken acemilikler geçer, kaynaşmaya başlarsın. Zahiri anlamda samimiyetin yanında, eşi dostu ve yakından tanıyanlarıyla onların çağdaş yönlerini, önce tepki göstererek, sonra hayal kırıklığıyla takip edersin. Şahit olursun her şeye...
Bu ikilem içinde yol ikidir. Ya onun gibi yaşamayı, benimsersin veya sorgulama dönemine girersin. Ömrünün büyük bir kısmını çilelerle geçiren bu insanların önemli bir kısmını bugün yakından tanıyoruz. Hemen belirteyim ki, hayran olmaya, saygı duymaya, gözünde büyütmeye değmezmiş. Eski dünyandakilere reklamını yaptığın bu kişilerin gerçek yaşantılarını gördükten sonra utanırsın utanır.
Bunlardan biri “Büyük Doğu”dan etkilenmiş bir eylem yapmış. Türkiye’yi ayağa kaldırmış, tarih olmuş. Yazdığı eserleri okuyorsun hep beni anlatıyor, dinden imandan ve milli değerlerimizden hararetle bahsediyor.Öbür yandan savunduğu davanın temel dinamiklerine, haram ve helaller noktasında hiç itina etmiyor. İşi gücü gününü gün etmek için nasıl ve kimlerin işini takip ederim de şu kadar komisyon koparırım düşüncesinde... Bu da normal... Ya gayri İslami veya gayri milli tarzı...
Bir başkası yıllardır ar namusu da içine alan ahlak kurallarını benimsemediği için komünizmle mücadele ettiği halde, bugün yine onlara küfrederken, kapısı çalınıyor. Kızının iki otuzluk flörtünü gayet normalmiş gibi içeri alıyor. Kendi misafirlerinin yanına değil de, kızının odasına kadar götürüyor. Yemek zamanı da kapıyı çalarak “Yavrular acıktınızsa yemeğinizi odanıza getireyim, siz rahatsız olmayın” gibi, davranış biçimlerini adeta milliyetçilik ve Müslümanlık adına besliyor.
Bir başkası ise, ilerlemiş yaşına rağmen ilm-i ledünden, ilahi murattan, her gelen gençlere bahsederek, onların sırtında onlarca alkollü içkilere rağmen irşada davet ediyor...
İkamet ettiği evinin bir köşesinde içki şişelerinin çokluğunda, ‘İlahi Murat’ araması ve bir garip şuursuzlukların irşat adına sergilenmesi ne kadar gülünç... Elde, kulakta, gözde, dudakta ve midede şişelerin namelerini hisseden ve hayal kuran, kana kana yudumlayan zatın dilinden düşmeyen milliyetçilik, onu geç, ledün ilmî, hakikat, marifet.
Oysa ne savundukları, ne yaşadıkları ne de eğitim anlayışları arayış içinde olan gençler için hiç cazip değil. Üstelik geri zekâlı olmadıklarını ispat edermişçesine karanlıklardan ışık beklemeyi zül kabul etmektedirler.
Yanlış sapmalar, hiç şüphesiz cehaletten kaynaklanır. İnsan bilmediği konuda ahkâm kesmemelidir. Kendi bataklığının nurlu yol olduğunu iddia etmek ise ciddi bir sapmadır. İşte size dilleri hariç bütün coğrafyaları komünist olan milliyetçiler.
İnsanı olgunlaştıran tenkitdir. Bu metodla ikna etmektir. Tenkitlere açık olunmazsa, tenkitleri dikkate almadan kapalı devre yaşamaya devam edilirse, hiçbir şeyden şikâyet etmeye hakkımız yoktur.
Taşrada ışığa ihtiyaç duyan aydınlarımız, lütfen balonlaştırılmış insanlara iltifat etmeyin. Bu büyüğümüz, şu ağabeyimiz, şu parti üst yönetici, şunun akademik kariyeri var, şu ise vekildir. Elbette bizden daha büyük, bizden daha çok bilgi ve görgüye sahiplerdir, diyerek kimseye, araştırmadan ram olmayın.
Işık sizlersiniz, büyük sizlersiniz, kendinizi küçük görmeyin. Büyük gördüğünüz güruhun birçoğu sizden küçüktür. Biraz komünist, biraz milliyetçi, biraz Müslüman, bayağı ahlaksız aydınları boş yere baş tacı etmeyin. İnanmış gözüken aydınların problemleri sizlerden çok daha büyüktür.
Bizden söylemesi...
Sıddık DEMİR

18 Kasım 2015 Çarşamba

HOŞGÖRÜLÜ OLMAK, Sıddık DEMİR (Eğitimci, Araştırmacı - Yazar)

HOŞGÖRÜLÜ OLMAK

     Sıddık DEMİR
-Yiğidi gül ağlatır gam öldürür-
Hoşgörü nasıl da bir milletin sahiplenmesi gereken kıymetlerin başında gelmez? Bütün ilahiyat kaynaklarının şifrelerinde olduğu gibi beşeriyetin de nihai hedefinde olan, rol model de olsa bir kısmının ulaştığı bu güzellik manzumesi insanlığın ulaştığı en mükemmel bir anlayıştır. Bu anlayış biçiminin bireyden hareketle devlet olması en ideal olanı olmalıdır.
Devletten millete bu güzelliklerin dayatılması durumu ise ikinci bir metot olarak tercih edilebilir. Toplumların kültürel kodlarına bu anlamda, eğitim ve diğer uygulamalarla değişime tabi tutacak evrensel değerler yerleştirilebilir. Bunun adına günümüzde toplum mühendisliği deniliyor. Öyle ya; eğitilmiş insanların, içinden çıktığı toplumları yönetmeye talip olması kadar normal ne olabilir.
Demokrat düşünce veya demokrat tavır belki de evrensel değer değildir, ama “Uluslararası” bir güzellikler manzumesidir. Özgürlükler menbağıdır. Eli kolu bağlı bir milliyetçilik, yine aynı pozisyonda bir maneviyatçılık ve diğerleri ne kadar özgürdür. Hukuki anlamda çerçevesi çizilemeyen veya muhafaza edilemeyen bütün soyut ve somut kavramlar varlığını özgür olmayan ortamlarda nasıl devam ettirebilir. Ferdin hukuk önünde hakları ancak ‘özgürlükçü demokrat’ tavırla korunur.
Demokrasi ve hukukun üstünlüğüne inancı zayıf yönetici veya yönetim şekli ile bu erdemleri içine sindiremeyen bazı aydınım diyen zümrenin yaklaşım tarzına özgürlükçü anlayışı yakıştırabilir miyiz? Kişileri takiye kültüründen kurtaran anlayış bugün itibariyle demokrat duruştur.
Birden çok kişiliği, birden çok yüzü olan çok kimliklilik insan cinsinin besleyip büyüttüğü en büyük çirkinliktir. Özellikle bu ihlalin kurumsallaşması, fertler üzerinde çok hızlı deformasyonun devamına sebep olur ki, en tehlikeli olanı da budur.
Fert-Devlet ilişkisinde veya kurumlar ile yönetim arasında bir şeyler elde etme gayesiyle çift kimlikli oluşum olagelmiştir. Bu gayretler dünyevicilik gibi süfli beklentilerle sınırlı kalmayıp genel ahlakı olumsuz etkilemesi veya ona bir şeyler kazandırmaması şeklinde bir gelişme ve tehlike arz ediyor demektir.
Osmanlı Devletinde kurumlar ile devlet denilen mekanizmanın hedefi genelde aynı olduğu için “Sivil toplum – Devlet” çatışması pek görünmez. Hesaplar dünyevi ve süflidir.
Cumhuriyet Türkiye’sinde ise “Sivil toplum - Devlet çatışması” hep süregelir. Çünkü; sivil unsurlarla devlet denilen mekanizmanın hedefi veya hedefledikleri aynı değil de ondandır bu çatışma. Eğer bugün itibariyle ileri derecede çatışma ortamı oluşmamışsa ‘Sivil unsurlar’ takiye kültürü gereği “Halıyı yatışına taramalı” anlayışından hareketle barışık görünmektedir de ondan.
Zoraki barışık olma siyasetinin takipçisi sivil unsurların, ‘Demokrat olma’ veya ‘Hukukun üstünlüğü’ anlayışına katkı yapmaları beklenemez. Paranın ve sandalyenin gücü ve bu alandaki doyumsuzluk, bu kurumlar ile katkı sağlayacakların yönetim tarzını diktatörleştirir. Bir grubun veya bir zümrenin egemenliğinde insanlar zulüm görür. Bu durum ne ilahiyat anlayışının tatbikine ne de demokrasiye kapıyı aralar.
İslam coğrafyası aynen böyledir. İnsanlığın ulaştığı “Demokratik yapılanma” veya ilahiyat ahlakında emir mesabesindeki “Hoşgörü ve Saygı”dan hiçbir eser olmayışını bir zihniyet değişimi noksanlığına bağlamak lazım. Hz. Peygamberin “Sürekli devrim” veya “Kur-an’ı süreli devrime tabi tutunuz” gibi öneride bulunduğu halde muhataplarının tarih boyunca (birkaç kırınım hariç) bu sözden habersiz yaşadıkları statik bir yapılanma, kendini her alanda göstermektedir.
Ülkemizde de durum aynı. İlahiyat konusunda dahi bir eylem bütünlüğü ortaya koyamayan sivil toplum unsurları veya aydınlar, bir başka alanda neler ortaya koyabilirler ki?


Bir sivil toplum örgütü başındakinin antidemokrat eylemine karşı o örgütü oluşturan diğer unsurlardan birileri “Öyle değil de böyle olsa daha iyi olmaz mı?” diye irade beyan edemiyorsa sebebi demokrasi kültürü veya hukukun üstünlüğüne olan inancın olmayışıdır. Eli kolu bağlı bir milliyetçiliğin, eli kolu bağlı bir dindarlığın veya vatandaşlığın insana ne faydası var. İnsan özgür olursa insan olur. Gayrisi ‘Zombi’ olur ‘Mankurt’ olur. İnsan kendini ‘Devlet gibi özgür’ hissettiği zaman korkularından kurtulur. Korkularını yenen insan çift kimlikli olmak istemez. Özgür iradeli fertlerin oluşturduğu toplumlarda demokrasi kültürü gelişir. Bu kültür oluşursa aliyyül ala; gerisi kendiliğinden gelir..