HALK MAHKEMESİ
Sıdık DEMİR
Gülbey;
yüksek öğrenimini yapmak üzere gittiği serhat şehri Edirne’den kişiliğiyle kısa
sürede ön plana çıkmış bir ülkücüdür. 1979’un ateş çemberinden geçerken; düşenleri
toprağa, yara alanları tedaviye, tutsak olanlarında ziyaretine devam etme
işinden gençliğini yaşamadan kaybeden zümreden bir gençtir.
Karaoğlan iktidarında, zam ve zulmün fırtına
gibi estiği o dönemde, Gülbey ve bir avuççuk arkadaşları kendilerince inandığı
bayrağı hep yüksekte tutma gayretiyleuğraş vermektedirler.
Dönemin siyasi iktidarı karşısında, Yavuz
bıyıklılar, kafkas şapkalılar, eli tespihliler, yumurta topuklular, ağzı
kalabalıklar hep tüymüş, kale üç-beş Gülbey gibi şekilciliğin dışında gerçek
anlamda ülkücülerin müdafaasında varlığını korumuştur.
Ellerin
yurdunda çiçek açarken bizim ele kar geliyor gardaşım
Bu hududu kimler çizmiş gönlüme dar geliyor
dar geliyor gardaşım.
Diyen ozanların yüksek sesle konuştuğu ülkede,
bir kısım ülkücüler tutsak
edilmişlerdir. İşin en önemli boyutu da Gülbey’in sorumluluğundaki tutsak olan arkadaşlarının durumudur.
Edirne’de çok büyük bir cezaevi vardır. Gülbey’ler
günün bir kısmını mevzi tutarak, bir kısmını da tehlikeliler altında
cezaevindeki arkadaşlarının ziyaretine giderek, bir kısmını da kendi çocukluklarına
ayırarak yaşamak mecburiyetinde olan yetişkinlerdir. İmkanları son derecede
kısıtlı olan bu ‘Bakımsız tarzan’ lar için en önemli beslenme şekli ‘Bol
salçalı yumurta, eğer lokantaya uğrama cesaretleri varsa yarım kase çorba ile
masadaki bulunan bütün ekmek tir. Esnaf biraz çekinmese bu gençlere değil yarım
kase çorba vermek, kapıya yaklaştırmak bile istemez. Lokantacı esnafın bu
duyguda olduklarını çorbayı içen Gülbeyler tavırlarından anlarlar.
Cezaevinde cinayet zanlısı olarak yatmakta
olan bir arkadaşının mahkemesine belge olarak sunulması icab eden evrakın temin
edilerek yerine ulaştırılma görevini
Gülbey üslenir. Evrak, arkadaşının memleketi olan Uşak ilinin Sivaslı ilçesinin
Ketenli köyü muhtarlığında temin edilecektir.
Hiç
tereddütsüz yola çıkar. Uzun köprü üzerinde İzmir, Uşak ve Sivaslı ilçesine
varılır. Mahkûm arkadaşının adı Yıldıray Başkan dır. Yıldıray, giderken Gülbey’e
birde mektup verir. Sivaslı’daki öz dayısı Ahmet Yıldırıma uğramasını, onun
kanalıyla anasının, babasının bulunduğu Ketenli köyüne gitmesini tembih eder.
Gülbey
tembih üzere, Sivaslı ilçesine iner inmez Ahmet Yıldırımı arar. Bir çay
ocağında bekletilerek dayı Yıldırımın gelmesi sağlanır. Gülbey dayı Yıldırımı
beklerken çay ocağında beş-on kişinin siyasi konuşmalarına kendince müdahale
eder. Konuşmalarının bir iki yerinde ‘Türk adında bir Milletin olmadığı, üç-beş
uç beyinin Anadolu’ya gelerek onların Türk olma olgusunu gerçekleştirdiklerini,
doğrusu kendilerinin Türk’ün dışında Anadolu’nun yerli kavimlerinden
olduklarını’ ve dahası neler neler… ‘Çaldıranda Alevilerin Hanefi dini
mensuplarınca katledilğinin’ üzerinde durulurken, Gülbey dayanamayarak “Hanefi
dini adında bir din yoktur” çıkışını yapar…Projektörler Gülbey’in üzerine
döner…Peşi sıra sorular sorulur. Sen kimsin? Nesin? Nereden geldin? gibi…
Gülbey sorulardan birine cevap verir. “Ben Müslüman
Türk çocuğuyum” deyince çıldırırlar… Tepkinin çok büyük ve ittifakla olması, Gülbey’in
biraz geri adım atmasına sebep olur. Gülbey devamla;
“Velev
ki sizin dediğiniz doğru olsun. Bir insanın kendi kimliğini ifade etmesinden
neden rahatsızlık duyuyorsunuz. Ben kendimi böyle biliyorum. Siz değilseniz,
mutlaka bir yere aidiyet olarak yakınlığınız olmalı. Üstelik kendimizi böyle
ifade etmemiz bizim suçumuz değildir. Suç işliyormuşuz gibi saldırıyorsunuz. Devletin
milli eğitiminde bir çocuk kendini Türk olarak ifade etmektedir. İlkokul
dört-beşler de Ergenekon Destanlarıyla başlayan serüven, Türk-Yunan savaşına
kadar devam eder. Bu topraklara bağlı insan kendini Türk kabul etmektedir.”
Gibi alttan alınarak söylenen sözler çay ocağı ekibini tatmin etmez.
Dayı
Yıldırım’da gelince Gülbey’e işaret edilerek dışarı gelinmesi söylenir. Yürürler,
Gülbey’de yürür. Bir kuytu yerde bulunan binaya girilir. Bir-iki zemin kat
derken, genişçe bir salona geçilir. Lambalar yanar. Etrafta masa ve
sandalyeler, duvarlarda çerçeveli resimler… Birdenbire Gülbey bu mekanın hangi amaçla
kullanıldığını tahmin etmekten gecikmez. Çok kitap okumuştur, Halk mahkemesiyle ilgili…
Duvardaki sloganlar ve Marks-Lenin resimleri Gülbey’in kanaatini pekiştirir.
Sorguya geçilir. ‘Yıldıray Başkanı nereden
tanıdığı’ dayı Ahmet tarafından sorulur. ‘Ceza evinde’ deyince, öz ablasının oğlu için, “O anasını, avradını…
oğlu, kim bilir hangi yoldaşın kanına girdi, kim bilir hangi yoldaşın evine
bomba koydu, yoksa cezaevinde ne işi var” gibi celalli bir konuşma yapar. Gülbey
işin vahametini anladığı için soğukkanlılığını bozmadan “Edirne’deki İmam-Hatip
lisesinde okuduğunu, faşistlerle
arkadaşlarının kavga ettiklerini, bu nedenle bir kısım arkadaşlarının cezaevine
konduğunu, onları ziyarete gittiğinde adının Yıldıra Başkan olduğunu söyleyen
biriyle karşılaştığını, Uşak’ta askerlik yapan kardeşini ziyarete gideceğini duyunca,
kendiside Allah rızası için ailesinin yanına kadar vararak, benden bir haber
götür demesine dayanamadım. Üstelik emaneti yerine iletmenin dini görev olduğunu”
anlatarak ortamı yumuşatmaya çalışır.
Sorgucular bakarlar ki dini yönü güçlü bir
kişiyle karşı karşıyalar. İçlerinden bir tanesi “Sen akıncı mısın gardaş” dediğinde
Gülbey; “Nereden anladınız?” diye karşılık verir. “Dini yönün güçlü gibi
görünüyorsun da” sözü üzere Gülbey zaten soğukkanlıdır, ama daha da rahatlar.
Sorgucular;
‘Bu faşistler size yeşil komünist, bize kızıl komünist derler. İkimizin de
düşmanı faşistlerdir. Biz sizinle anlaşırız.
Siz abdestli camiye gidersiniz, biz ise çoğu zaman denetim için abdestsiz gider, hocayı dinler müdahale
edecek bir şey bulamaz isek namaz kılmadan çıkar geliriz. Bu anlamda sizinle
bir problemimiz olmaz” gibi inciler yumurtlarlar.
İki
tarafta rahatlamıştır. “Öyleyse yoldaştan bir taksi çağırın bu gardaşı daha
fazla tutmayalım” denir. Taksi gelir, Gülbey’ide alır doğru Keten’li
köyüne…Şehri çıkınca Gülbey şoföre boşalır. Kendisinin ülkücü olduğunu, hatta
ülkü ocaklarında yetkili olduğunu sert ve küfürlü bir şekilde anlatır. Korkma
sırası şoförde…
Köye
varılır, köyden şehre başka araba olmadığından bir gün sonra gelmesi tembih
edilerek şoför gönderilir. Durum Yıldıray’ın ailesine anlatılır. Aile pek
bildirmez, ama endişelenir. Gülbey’in yatağını çatı arasına yaparak merdiveni
çekerler. Gece baskını olursa tedbir olsun diye…Sabah olur, korkulan
olmamıştır. Taksi beklenir. Bir iki saat geç gelen şoför aynı şoför, ama taksi
nerdeyse hurda bir araç. Geldiği araç olmadığı için Gülbey soğukkanlı bir
şekilde “Bugün işimizi halledemedik, paranı al ve yarın aynı saatte bekliyorum”
diyerek adamı gönderir. Takip ederek tehlikenin ortadan kalktığı anlaşılınca
Gülbey ev sahibi amcayla, kara bir eşeğe binerek hemen başka bir, şehre arabası
olan köye ulaşır. Köyün imamının evinde kalınır. Banaz ilçesine giden minibüse
saatinde binilir. Yol çatında inilerek İzmir-Afyon otobüslerinden biriyle
Afyon’a ulaşır.
Gülbey şöyle bir etrafı süzdükten sonra
kendine güven gelir gelmesine ama hala streste…Onun stresi, şahsi korku ve
kaygılardan değil. Kendini ağırlıklı olarak Türk bilenlerin yaşadığı bir coğrafyada Türküm dedirtmemek
üzere kurğulanmış sakat bir düşüncenin cüretinedir. Afyon’da milliyetçi
sloganlar her tarafı kaplamış, sokaklarında insanlar pala bıyıklı, çalışanların
siluetlerinde bir güzellik, lokantalarında yemekle beraber biralarını
yudumlayan aslan ülkücüler. İslamsız nasıl ülkücülük olur. Ülkücülüğün ölçüsü
İslami ritüellerin gerek kişi hayatında gerekse toplum hayatında yeri olmaz mı.
İslamsız hayatın kuru bir davadan ibaret olduğunun şuurunda olan Gülbey; Allah
sonumuzu hayır eder inşallah diyerek Haydarpaşa trenine yaklaşır.
Köyden Yıldıray’’a ulaştırılmak üzere verilen
emaneti trene yerleştirirken, hareketlerine müdahale eden gar memuru “Neden
sinirlisin böyle? Müslüman Türk değil miyiz gardaş?” hitabına Gülbey aynı
sertlikte “Değilim, ben Müslüman Türk değilim” cevabını verince yine etrafı
sarılır. Neden değilsin? Hangi dindensin? Hangi din ve milletten olursan ol, burası
Türk vatanı “Müslüman Türk’üm diyeceksin” gibi yaklaşımların tansiyonunu
düşürmek için Gülbey başından geçeni anlatarak, oradan da öylece kurtulur.
Gülbey almış olduğu görevi yerine getirir. Mahkeme
için gereken evrakı zamanında arkadaşının avukatına ulaştırır. Yıldıray cezaevinde tahliye edilir.
Kısa süre içinde gümrük muhafaza memuru
olur. Yine kısa bir süre içinde çok güzel bir araba alır. Gülbey’in yanından
geçerken kendince korna çalmak gibi bir lüksü dışında hiç de pas vermez.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder