5 Aralık 2015 Cumartesi

HALK MAHKEMESİ; Eğitimci, Araştırmacı - Yazar, Sıdık DEMİR

HALK MAHKEMESİ
Sıdık DEMİR
           Gülbey; yüksek öğrenimini yapmak üzere gittiği serhat şehri Edirne’den kişiliğiyle kısa sürede ön plana çıkmış bir ülkücüdür. 1979’un ateş çemberinden geçerken; düşenleri toprağa, yara alanları tedaviye, tutsak olanlarında ziyaretine devam etme işinden gençliğini yaşamadan kaybeden zümreden bir gençtir.
          Karaoğlan iktidarında, zam ve zulmün fırtına gibi estiği o dönemde, Gülbey ve bir avuççuk arkadaşları kendilerince inandığı bayrağı hep yüksekte tutma gayretiyleuğraş vermektedirler.
         Dönemin siyasi iktidarı karşısında, Yavuz bıyıklılar, kafkas şapkalılar, eli tespihliler, yumurta topuklular, ağzı kalabalıklar hep tüymüş, kale üç-beş Gülbey gibi şekilciliğin dışında gerçek anlamda ülkücülerin müdafaasında varlığını korumuştur.
                Ellerin yurdunda çiçek açarken bizim ele kar geliyor gardaşım
               Bu hududu kimler çizmiş gönlüme dar geliyor dar geliyor gardaşım.
         Diyen ozanların yüksek sesle konuştuğu ülkede,  bir kısım ülkücüler tutsak edilmişlerdir. İşin en önemli boyutu da Gülbey’in sorumluluğundaki  tutsak olan arkadaşlarının durumudur.
         Edirne’de çok büyük bir cezaevi vardır. Gülbey’ler günün bir kısmını mevzi tutarak, bir kısmını da tehlikeliler altında cezaevindeki arkadaşlarının ziyaretine giderek, bir kısmını da kendi çocukluklarına ayırarak yaşamak mecburiyetinde olan yetişkinlerdir. İmkanları son derecede kısıtlı olan bu ‘Bakımsız tarzan’ lar için en önemli beslenme şekli ‘Bol salçalı yumurta, eğer lokantaya uğrama cesaretleri varsa yarım kase çorba ile masadaki bulunan bütün ekmek tir. Esnaf biraz çekinmese bu gençlere değil yarım kase çorba vermek, kapıya yaklaştırmak bile istemez. Lokantacı esnafın bu duyguda olduklarını çorbayı içen Gülbeyler  tavırlarından anlarlar.
        Cezaevinde cinayet zanlısı olarak yatmakta olan bir arkadaşının mahkemesine belge olarak sunulması icab eden evrakın temin edilerek  yerine ulaştırılma görevini Gülbey üslenir. Evrak, arkadaşının memleketi olan Uşak ilinin Sivaslı ilçesinin Ketenli köyü muhtarlığında temin edilecektir.
        Hiç tereddütsüz yola çıkar. Uzun köprü üzerinde İzmir, Uşak ve Sivaslı ilçesine varılır. Mahkûm arkadaşının adı Yıldıray Başkan dır. Yıldıray, giderken Gülbey’e birde mektup verir. Sivaslı’daki öz dayısı Ahmet Yıldırıma uğramasını, onun kanalıyla anasının, babasının bulunduğu Ketenli köyüne gitmesini tembih eder.
        Gülbey tembih üzere, Sivaslı ilçesine iner inmez Ahmet Yıldırımı arar. Bir çay ocağında bekletilerek dayı Yıldırımın gelmesi sağlanır. Gülbey dayı Yıldırımı beklerken çay ocağında beş-on kişinin siyasi konuşmalarına kendince müdahale eder. Konuşmalarının bir iki yerinde ‘Türk adında bir Milletin olmadığı, üç-beş uç beyinin Anadolu’ya gelerek onların Türk olma olgusunu gerçekleştirdiklerini, doğrusu kendilerinin Türk’ün dışında Anadolu’nun yerli kavimlerinden olduklarını’ ve dahası neler neler… ‘Çaldıranda Alevilerin Hanefi dini mensuplarınca katledilğinin’ üzerinde durulurken, Gülbey dayanamayarak “Hanefi dini adında bir din yoktur” çıkışını yapar…Projektörler Gülbey’in üzerine döner…Peşi sıra sorular sorulur. Sen kimsin? Nesin? Nereden geldin? gibi…
        Gülbey sorulardan birine cevap verir. “Ben Müslüman Türk çocuğuyum” deyince çıldırırlar… Tepkinin çok büyük ve ittifakla olması, Gülbey’in biraz geri adım atmasına sebep olur. Gülbey devamla;
      “Velev ki sizin dediğiniz doğru olsun. Bir insanın kendi kimliğini ifade etmesinden neden rahatsızlık duyuyorsunuz. Ben kendimi böyle biliyorum. Siz değilseniz, mutlaka bir yere aidiyet olarak yakınlığınız olmalı. Üstelik kendimizi böyle ifade etmemiz bizim suçumuz değildir. Suç işliyormuşuz gibi saldırıyorsunuz. Devletin milli eğitiminde bir çocuk kendini Türk olarak ifade etmektedir. İlkokul dört-beşler de Ergenekon Destanlarıyla başlayan serüven, Türk-Yunan savaşına kadar devam eder. Bu topraklara bağlı insan kendini Türk kabul etmektedir.” Gibi alttan alınarak söylenen sözler çay ocağı ekibini tatmin etmez.
        Dayı Yıldırım’da gelince Gülbey’e işaret edilerek dışarı gelinmesi söylenir. Yürürler, Gülbey’de yürür. Bir kuytu yerde bulunan binaya girilir. Bir-iki zemin kat derken, genişçe bir salona geçilir. Lambalar yanar. Etrafta masa ve sandalyeler, duvarlarda çerçeveli resimler… Birdenbire Gülbey bu mekanın hangi amaçla kullanıldığını tahmin etmekten gecikmez.  Çok kitap okumuştur, Halk mahkemesiyle ilgili… Duvardaki sloganlar ve Marks-Lenin resimleri Gülbey’in kanaatini pekiştirir.
        Sorguya geçilir. ‘Yıldıray Başkanı nereden tanıdığı’ dayı Ahmet tarafından sorulur. ‘Ceza evinde’ deyince,  öz ablasının oğlu için, “O anasını, avradını… oğlu, kim bilir hangi yoldaşın kanına girdi, kim bilir hangi yoldaşın evine bomba koydu, yoksa cezaevinde ne işi var” gibi celalli bir konuşma yapar. Gülbey işin vahametini anladığı için soğukkanlılığını bozmadan “Edirne’deki İmam-Hatip lisesinde  okuduğunu, faşistlerle arkadaşlarının kavga ettiklerini, bu nedenle bir kısım arkadaşlarının cezaevine konduğunu, onları ziyarete gittiğinde adının Yıldıra Başkan olduğunu söyleyen biriyle karşılaştığını, Uşak’ta askerlik yapan kardeşini ziyarete gideceğini duyunca, kendiside Allah rızası için ailesinin yanına kadar vararak, benden bir haber götür demesine dayanamadım. Üstelik emaneti yerine iletmenin dini görev olduğunu” anlatarak ortamı yumuşatmaya çalışır.
        Sorgucular bakarlar ki dini yönü güçlü bir kişiyle karşı karşıyalar. İçlerinden bir tanesi “Sen akıncı mısın gardaş” dediğinde Gülbey; “Nereden anladınız?” diye karşılık verir. “Dini yönün güçlü gibi görünüyorsun da” sözü üzere Gülbey zaten soğukkanlıdır,  ama daha da rahatlar.
        Sorgucular; ‘Bu faşistler size yeşil komünist, bize kızıl komünist derler. İkimizin de düşmanı faşistlerdir. Biz sizinle anlaşırız.  Siz abdestli camiye gidersiniz, biz ise çoğu zaman denetim  için abdestsiz gider, hocayı dinler müdahale edecek bir şey bulamaz isek namaz kılmadan çıkar geliriz. Bu anlamda sizinle bir problemimiz olmaz” gibi inciler yumurtlarlar.
         İki tarafta rahatlamıştır. “Öyleyse yoldaştan bir taksi çağırın bu gardaşı daha fazla tutmayalım” denir. Taksi gelir, Gülbey’ide alır doğru Keten’li köyüne…Şehri çıkınca Gülbey şoföre boşalır. Kendisinin ülkücü olduğunu, hatta ülkü ocaklarında yetkili olduğunu sert ve küfürlü bir şekilde anlatır. Korkma sırası şoförde…
         Köye varılır, köyden şehre başka araba olmadığından bir gün sonra gelmesi tembih edilerek şoför gönderilir. Durum Yıldıray’ın ailesine anlatılır. Aile pek bildirmez, ama endişelenir. Gülbey’in yatağını çatı arasına yaparak merdiveni çekerler. Gece baskını olursa tedbir olsun diye…Sabah olur, korkulan olmamıştır. Taksi beklenir. Bir iki saat geç gelen şoför aynı şoför, ama taksi nerdeyse hurda bir araç. Geldiği araç olmadığı için Gülbey soğukkanlı bir şekilde “Bugün işimizi halledemedik, paranı al ve yarın aynı saatte bekliyorum” diyerek adamı gönderir. Takip ederek tehlikenin ortadan kalktığı anlaşılınca Gülbey ev sahibi amcayla, kara bir eşeğe binerek hemen başka bir, şehre arabası olan köye ulaşır. Köyün imamının evinde kalınır. Banaz ilçesine giden minibüse saatinde binilir. Yol çatında inilerek İzmir-Afyon otobüslerinden biriyle Afyon’a ulaşır.
        Gülbey şöyle bir etrafı süzdükten sonra kendine güven gelir gelmesine ama hala streste…Onun stresi, şahsi korku ve kaygılardan değil. Kendini ağırlıklı olarak Türk bilenlerin  yaşadığı bir coğrafyada Türküm dedirtmemek üzere kurğulanmış sakat bir düşüncenin cüretinedir. Afyon’da milliyetçi sloganlar her tarafı kaplamış, sokaklarında insanlar pala bıyıklı, çalışanların siluetlerinde bir güzellik, lokantalarında yemekle beraber biralarını yudumlayan aslan ülkücüler. İslamsız nasıl ülkücülük olur. Ülkücülüğün ölçüsü İslami ritüellerin gerek kişi hayatında gerekse toplum hayatında yeri olmaz mı. İslamsız hayatın kuru bir davadan ibaret olduğunun şuurunda olan Gülbey; Allah sonumuzu hayır eder inşallah diyerek Haydarpaşa trenine yaklaşır.
        Köyden Yıldıray’’a ulaştırılmak üzere verilen emaneti trene yerleştirirken, hareketlerine müdahale eden gar memuru “Neden sinirlisin böyle? Müslüman Türk değil miyiz gardaş?” hitabına Gülbey aynı sertlikte “Değilim, ben Müslüman Türk değilim” cevabını verince yine etrafı sarılır. Neden değilsin? Hangi dindensin? Hangi din ve milletten olursan ol, burası Türk vatanı “Müslüman Türk’üm diyeceksin” gibi yaklaşımların tansiyonunu düşürmek için Gülbey başından geçeni anlatarak, oradan da öylece kurtulur.
        Gülbey almış olduğu görevi yerine getirir. Mahkeme için gereken evrakı zamanında arkadaşının avukatına  ulaştırır. Yıldıray cezaevinde tahliye edilir. Kısa süre içinde gümrük muhafaza  memuru olur. Yine kısa bir süre içinde çok güzel bir araba alır. Gülbey’in yanından geçerken kendince korna çalmak gibi bir lüksü dışında hiç de pas vermez. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder