KEMALİZM
YA DA AZINLIĞIN STATÜKOSU
Kırılma; erken kalkmakla başlar. Birde genetik
zafiyet.
Ve yarışı kaybederler…
Ve yarışı kaybederler…
Tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişte
erken kalkamamak en büyük kader olmuştur asli unsur için. Kırsal kesimlerde
fazlaca oyalanmak veya köylülükten kurtulmak için çaba sarf etmemek, geri ama
sürekli geri kalmanın tabi bir sonuç
olarak ortaya çıkması, kaçınılmaz olmuştur.
Atatürk’ün vefatından beş-on gün sonra Yunus
Nadi imzasıyla Cumhuriyet gazetesince sürmanşet “Kemalist bir ideoloji oluşturmamız
gerektir.”Şeklinde ifade edilen olayı geçen günlerde Sayın Mehmet Barlas bir
TV. Programında hatırlatmıştı.
Ekseri
çoğunluğun cahil olduğu bir toplumda çobanlığa soyunmuş zümreler her zaman
olur. Sıkıntı bunların aynı kumaştan gelip gelmemesindendir. İşte Yunus
Nadi’nin teklifi aynı endişelerden hareketle halkına güvenen Atatürk’le ona
güvensizliği şiar edinen kesimin farkını ortaya koyması bakımından çok
önemlidir.
Ülke
genelinde heterojen olarak yaşayan azınlık şuuruna sahip vatandaşların, güvenlik
ve dayanışma duyarlılığı gereği erken uyanmalarının en önemli göstergesi kırsal
kesimden merkezi yerlere doğru yaptıkları nüfus kaydırma operasyonudur.
Dolayısıyla köylerden kurtularak sürekli daha büyük yerleşim yerlerine asli
unsurdan önce göç etmişlerdir.
“Erken
kalkan yol, erken evlenen döl alır.” Veciz sözü onlar için geçer akçe olmuştur.
Uzun
bir dönem büyük şehir denilen metropollerin vazgeçilmez insan zümresi bunlardan
oluşmuştur. Devletin ihtiyaç duyduğu insan unsuru da önce bunlarla, ihtiyaçlar
karşılanamazsa dışa açılım yapılarak temin edilir durumla, uyumaya devam eden
insanların bir kısmı ancak uyandırılarak devreye sokulmuştur.
Nadi’nin makalesinde vurgulanan “Kemalist
ideoloji ve kuralları” erken uyarım sistemiyle uyarılan azınlık şuurunda
insanlar tarafından oluşturulmuştur. Gittikçe surları sağlamlaştırılan kalenin
içinde ne yazık ki ne Atatürk ne de onunla beraber milli mücadele veren Türk
insanı vardır. Ama kale bu gün için dimdik ayakta ve Atatürk’ün de halkının da sevdiği
saydığı ve güvendiği silahlı kuvvetler tarafından korunmaktadır.
Geç
uyananlar işin vahametini zamanla öğrenir
ve aynı metotla şehir toplumu mensubu olmak için çok uğraşırlar. Onca acı ve
ızdıraplar çekerler. Nihayetinde bir noktaya gelirler…
Tahsilse
yerinde, kültürse dopdolu, istenilen donanımda vizyon sahibi olmuşlardır. Cılız
bir sesle; “Biz artık yetiştik, en az sizin kadar donanımlı olduk, cephede
kanımızı canımızı verdik, gerçi sizi orada bir türlü göremedik ama, şimdi
milletimizin yönetiminde görev almak istiyoruz” Dercesine taleplerini bildirirler.
Velâkin kale öyle korunmaya alınmış ki “Benim şartlarımda kimliğini ve kişiliğini
değiştirmeden sizi aramıza alamayız. Bu halinizle ayaklarımızın altında çekilin
yoksa düğmeye basarız haa” Demektedirler.
Atatürk’le hiç ilgisi olmayan, adına Atatürkçülük
denilen “Kemalist yobazlıkla” Anadolu insanını devletinden soğutma projesi uygulanır
yıllarca. Azınlığın, zaman zaman kutsal kabul edilen müesseseleri de kendi
menfaatleri için kullandıklarını bu millet, karnı sancılanarak dişlerini gıcırtadarak
takip etmektedir. Sandıkta cezalandırmanın yanında başka yapılacak işin olmadığının da farkında…
Velâkin yine aynı azınlık zümre “Kemalist ideoloji” edebiyatıyla vasıfsız
çoğunluk diyerek sandık kavramını küçümser taktikle, geliştirdikleri
stratejileri devreye koyarlar. Bu şekilde halkın temsilcilerinin elini kolunu
bağlamaktan tereddüt etmezler. “İktidar olursunuz ama muktedir olamazsınız”
derler.
Kimileri
bu işe “Derin devlet” kimileri ise “Sistemin sahiplerinin gözü kara sahiplenmesidir”
Derler.. Halkın sağduyusu ve gerçek Atatürkçüler nezdinde ise bu durum;
kendilerinden olmayan, bir avuç azınlığın vahşi ihtirası veya mevcut statünün
korunma çabasıdır.
Sosyal devlet anlayışı gereği, devlet
imkanlarından eşit bir paylaşımın olmadığı, insan hak ve hürriyetlerinin gasp
edildiği, özgür düşünce ve ifade hürriyetinin savsaklandığı veya suç sayıldığı,
mevcut statükonun müsaade ettiği oranda demokratikleşildiği, Atatürk ve diğer
değerlerin istismar edilerek adeta rant aracı yapıldığı bir ülkede, o kalenin
eteklerini istediğiniz kadar “Kemalist ideoloji” pankartlarıyla donatın, yinede
bu millet gerici, yobaz edebiyatıyla yapılan istismarın farkındadır.
Yunus
Nadi’nin hayata geçirilen projesiyle holdingleşen Cumhuriyet zenginleri kunta-kintelerin
ayak seslerini duymaktan da zorlanırlar tabi.
Her
ne kadar “Kale” işgal edilmiş olsa da, her ne kadar geç uyananların halen
uyudukları zannedilse de, bu işin nereye varacağı hususunda belli bir müddet
daha kamufle olabilme şansı olabilir.
Enformasyon çağında köylü artık şehir toplumu
insanı olmuştur. Aydınlanmanın geçte olsa farkına varmıştır. Vasıflı insan gücü
kalenin etrafında mantar biter gibi bitmiştir. Zaman zaman tankların gölgesinde
bu taze fidanlar ezilse de her ezilişinden daha güçlü daha sağlıklı daha
organizeli insan unsurunun yetişmekte olduğu görülmelidir. Diğer taraftan;
İşgal edilmiş kale örneğindeki sembol edilen
anlayışta “Kaht-ı rical” sizlikte insan kıtlığı da çekilmektedir. Çift kimlikli
insan unsuru zibil gibi üremektedir. Özgürlüklerin kısıtlandığı ortamların tabi
sonucudur bu.
Duygu ve düşüncesinden dolayı ürken, korkan ve
hatta kıyıma uğrayan, despot dayatmalar karşısında sistem, çift kimlikli insan
yetiştirmektedir. Çevrenize şöyle bir bakın; Din karşıtı her türlü eylemleri
olanlar, toplumun genel ahlakı dışında, yani uçlarda yaşayanlar, ömürlerinin
önemli bir kısmını dış kaynaklı ideolojilere iman etmiş olarak geçirenler,
Atatürk’e “Burjuva Kemal” diyenler…Hemen hepsi bugün takiye kültürü gereği
ikinci kimlikleriyle her türlü arama tarama barikatlarında imtiyazlı bir
şekilde geçerek iktidarlarını sürdürmektedirler. İşin garibi, bu türde
insanlara “sahtekâr” bile denilemeyişi...
Hani
şairin birinci meclis için söylediği “Ayağa kalk ey ehli vatan dediler ayağa
kalktık. Kalktığımız yere onlar oturdular biz ayakta kaldık” Dediği gibi bir
şey.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder